6. BÖLÜM
6. ❝YALAN.❞
Mutluluk nasıl ki neşeli bir çığlıkla kutlanır, sen de ölmeyi istemeyi gözyaşlarıyla kutladın. Birinin, gerçekten ölmeyi istediğini ilk kez izliyordun, hem de elini tutmuş, sana bakarken. Sen bu vakitten sonra hiçbir günahtan arınamazsın. Çünkü gitmek özgürlükken kalmak tutsaklıktı. Şimdi tutsak olmamış olsan, der miydin ben bu günahtan arınamam diye?
Yaşam, nefes yoluyla boğazımdan aşağıya akarken, benden çekilmeyen kapkara gözlere tanıştığımızdan beri ilk kez bu kadar uzun baktım. Deren Ateş, hâlâ beni kendisine çekiyorken elimi bu kez daha hızlı ayırdım ve temasımızı keserek, "Annesine sarıl," dedim. Geri çıkarak yürüdüm. "Kızı gibi kokuyordur."
Bir daha beni tutmadan koridora çıktım ve hızlı adımlarla sokak kapısına yürüdüm. Elim kapı kulpunu kavradı ama açmadı, hareketsizce durmaya başladı. Gözlerimi sımsıkı yumarak omzumu kapıya yasladım ve vicdanımın yarattığı kararsızlığı yenmeye çalıştım. Gitmem gerekirdi ama... Mesela yapmamam da gerekirdi, Nil'i almamam da gerekirdi, çoktan ölmüş olup kimsenin hayatına parazit olmamam da gerekirdi... Neyi yaptım ki, bunu da yapayım.
Kaç dakikayı orada geçirdiğimi bilmiyordum ama düşünürken hiçbir eyleme geçmemiştim. Ancak sonra elimi kapı kulpundan çekip omzumun arkasından salona baktım. Tekrar ayrıldığım odaya ilerledim. Kapının önünde durup başımı kaldırdığımda bana bakan, neden gitmediğimi sormayı bekleyen gözlerle karşılaşacağımı düşündüm ama Deren... sızmıştı.
İçeriye girdim ve sızdığı koltuğa ilerleyip başında durdum. Ağzı hafifçe açıktı, nefes alıp verirken bir şey fısıldıyordu. Elimde eşyalarımla koltuğun kenarına oturup karşımdaki yüzünü izlerken başımı kalbimin olduğu yöne doğru eğdim. Koltuktaki hareketliliği hissedip gözlerini yarım yamalak açtı ve belirgin şekilde yutkunarak tekrar kapattı.
"Annesi artık onun gibi kokmuyor," dedi, neredeyse zor duyulan bir sessizlikle. "Benim gibi de kokmuyor... Başka bir adam gibi kokuyor."
"Onu hâlâ seviyor musun?" diye sordum.
"Hayır," dedi, kafası yerinde olmasa da onu sevmediğini unutmamıştı. "Ona çoktan mutluluklar diledim."
Ses tonundaki umursamazlık bu konuya olan ilgimi kaybetti ve dudakları bir daha sessizce fısıldayınca, duyamadığım için dudaklarına baktım. Çok sessizce Nil, diye sayıkladığını anladığımda onun gibi başımı koltuğun arkasına yaslayarak bunu dinledim. Nil, deyişini.
Duyar mı duymaz mı diye düşünmeden, "Kızını yeniden gördüğünde ona ne söylemek istersin?" diye sordum.
Duymadığını sandım ama birazdan, "Özür dilerim, seni koruyamadım," dediğinde bana cevap verdiğini anladım. Gözlerini yavaşça açıp tavana doğru bakarken bakışları kamaştı, Nil'in hayaldeki bir gülümsemesinin bakışlarını kamaştırdığını düşündüm. "Büyüdüğünde seni koruyamadığımı anlayacaksın, benden nefret edeceksin."
Ben de koruyamadım kızımı.
Nil'in onu ne kadar sevdiğini bildiğim için, "Hayır," diye karşı çıktım. "Seni seviyor."
Bunun genel bir yorum olduğunu düşünüp üzerinde durmadan gözlerini kapattı. O gece gözlerini son kez kapatışıydı, bir daha açmadığı gibi kapatmadı da. Çok huzursuzdu, kaşları çatıktı dakikalar geçerken. Kızı için duyduğu sevgiye hayran oluyordum, belki de bu yüzden izlemek istedim onu. Biraz sonra da kucağımda duran telefonumu aldım. Telefon sessizdeydi. Ses çıkarmamak için mesaj atmaya karar verip ismine dokundum.
Mesaj: Gece'ye
Bu gece gelemeyeceğim. Güvende ve iyiyim. Ona iyi bak, ben yokken sana ihtiyacı var.
Mesajı gönderip ardından sildim. Uyumuştur, bu saatte görmez. Bu yüzden cevap beklemeden telefonu ceketin cebine koydum, başımı tekrar arkaya yaslayıp kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Kalbi hâlâ düzensiz attığı ve gömleğinin önü açık olduğu için gözlerim sık sık göğüs kafesine iniyordu. Çok terlemişti, terin teninde parladığını görmüştüm. Kafamı çevirip sehpaya baktım ve peçeteliği görüp uzanırken sessiz oldum. Bir peçete alıp koltukta, çok yavaşça kendisine yaklaştım ve çenesine doğru bakarken peçeteyi terleyen alnına koydum. Bariz bir hareketimde uyanacağı için küçük hamlelerde bulunup alnından sonra çenesine hafifçe bastırdım peçeteyi ve sonra indirip göğsüne koydum. Parmaklarımı doğrudan tenine değdirmeden peçeteyi çok yumuşak hamlelerle üstünde dolaştırıp sildim.
Kaşlarının biraz daha çatıldığını gördüğümde geriye çekilip elimdeki peçeteyi sehpaya bıraktım ve koltuğun arkasına yaslanıp uyanmaması için bir süre kıpırdamadan durdum. Sessizlik ve hareketsizlik beni uyuşturmaya başladığı için de gözlerim kapandı. Uykuya daldım ve uyurken bir şeyler duydum.
"Onu iki hafta göremedim, milletvekiliyle beraber şehir dışındaydım... Onun lanet parti çalışmaları yüzünden İstanbul'a dönemedim, Nil her hafta sonunu benimle geçirir ama o hafta sonu onu görmedim. Salı günü İstanbul'a döndüm..." duyduklarım bir rüya görüyormuşum gibi hissettirse de Deren'in bir noktada uyanıp kendi kendisine konuştuğunu anladım. Dura dura, sıkıntılı sesle konuşuyordu. "... cumartesinden önce onu görmek istiyordum, kızımı dehşet özlemiştim, Nalan'ı arayacaktım ama... ertesi gün Nalan çıkıp geldi, deli gibi bağırıp evimin içinde Nil'i aradı, onu benim kaçırdığımı düşünmüşler..." sustu ve hikâyenin devamını merak ederek canlı kalmaya çalışsam da tekrar bağlantımı kopardım, o bir şeyler anlatmaya devam etti mi duyamadan.
Tekrar uyandığımı hissettiğimde hiç uyumamışım gibi geldi, gözümü ovalayarak anıların kafama üşüşmesini bekledim. Gözlerimi açmadan Deren'in nefes seslerine ve kalp atışlarına kulak verdim fakat sadece kendi kalbimi duyup gözlerimi açtım. Sabah olmuştu ve Deren yoktu. Doğrulurken ceketimin omuzlarımda olduğunu gördüm ama en son kucağımdaydı.
Ceketimin cebindeki telefonumu çıkarıp saate baktığımda yedi olduğunu gördüm. Çok erkendi, bu saatte bir yere mi gitmişti? Gece'nin mesajını okuyup her şeyin yolunda olduğunu öğrenince koltuktan kalkıp koridora çıktım. Boğuk sesimle, "Deren?" diye seslendim.
Sesim holde yankılandı, geri dönüş almadı. Gerçekten evde olmadığını anlayınca salona dönüp ceketimle telefonumu aldım. Arabama atlayıp buradan gitmeliydim, tabi arabamı bulabilirsem.
Fakat bir yandan da organ kaçakçısını bulmaya ne kadar yakın olduğunu bilmek için ondan haberimin de olması lazımdı, hem ondan uzak durup hem de bundan nasıl haberimin olacağını bilmiyordum. Elimi, karışmış saçlarımdan geçirerek düşünceli ifadeyle salona yürümeye başladım ama bir kapı zili duyduğumda sinirlerim bozularak koridora geri çıktım. Deren dönmüş olsa anahtarıyla açardı, bu yüzden başkası olduğunu anlayarak kapı deliğinden baktım. Genç bir kız görünce kaşlarımı çatarak kapıyı açtım.
Kız yerdeki dalgın bakışlarını haliyle yukarıya kaldırdı, beni görünce de biraz şaşırıp, "Merhaba," dedi.
"Merhaba," derken kızı saniyeler içinde süzdüm. Kumral, sarıya kaçan renkteki saçlarını iki örük yapmıştı, örükleri de omzunda duruyordu. Ensesinde kulaküstü kulaklığı vardı, üzerinde de siyah gri renklerinde oversize gömlekle, içine giydiği crop tişörtü. On yedi, on sekiz yaşında görünüyordu, oval bir yüzü vardı ve perçemleri tombul yanaklarına değiyordu. Ona sormam gerektiği için göz kontağı kurup konuştum. "Birine mi bakmıştın?"
"Ben, evet..." elindeki tabağı hafifçe kaldırdı. "Deren abiye baktım, kurabiye getirmiştim..." heyecanlı bir nefes verip ümitle baktı. "Nil'den haber var mı?"
"Nille Deren'i nereden tanıyorsun?"
"Ben yandaki evde oturuyorum." Parmağıyla dün sabah girerken gördüğüm, bahçesinde renkli çiçekler olan evi gösterdi. "Nil... Hafta sonları burada oluyordu, ben ona yaptığım kurabiyelerden getiriyordum..." sesi tizleşmeye başladı ve üzgün şekilde iç çekti. "Bu hafta sonu yok."
Kapıyı tamamen açıp geçmesi için çekilirken, "Girsene," dedim. "Mutfağın yerini bilmiyorum, sen koy."
Güzel bir gülümsemeyle dudaklarını kıvırıp içeriye girdi ve çekingen şekilde önüme geçip sol taraftan ilerledi, salonun yanındaki kapıyı açıp mutfağa girdiğinde onu aynen takip ettim. Siyah ile beyazdan oluşan mutfaktaki renkli şeyler, kırmızı bir kahve makinesiyle tezgâhtaki süslü bardaktı. Mutfak çok temiz ve düzenliydi, günlerdir girilmemiş gibi. Kız, üstünü selpakla örttüğü tabağı siyah, parlak tezgâha koyup, "Nil'den haber yok değil mi?" diye sordu.
"Deren, onu bulmak için uğraşıyor," dedim. “Nille samimi miydiniz?"
Çantasının askısını tutup dolan gözlerini kaçırdı. "Deren abi bir yıldır burada oturuyor, kızı olduğunu birkaç ay sonra fark ettim. Hafta sonları bahçede onunla ilgileniyordu, birkaç kez Nil'e selam vermiştim ama Deren abi çok koruyucu. Nille konuşmama bile çok izin vermemişti, sonra... sanırım tamamen zararsız olduğumu anlayınca Nille vakit geçirebilmiştim, şimdi arkadaş bile sayılırız..." çok duygulanarak söylüyordu bu sözcükleri. "Kaybolduğunu öğrendiğimden beri çok üzgünüm."
Açık bir kitap gibi okunan insanlardandı, doğal ve içten hissiyatı oluşturmuştu. Bu yaşlarının vermiş olduğu gençlik, ruhunu hafif kılıyormuş gibi canlı bir görüntüsü vardı. "Adın neydi?"
Başını kaldırırdı ve bir an için şakağımdaki pansumana bakıp, "Ece," dedi.
"Memnun oldum Ece, ben de Karmen."
Bana kaçamak şekilde bakıp, "Ben de memnun oldum," dedikten sonra, "Çok erken bir saatte rahatsız ettim," dedi. Mutfağın çıkışına doğru ilerleyip yanından geçti. "Dershaneye gitmeden önce kurabiyeleri vermek istemiştim, bir ümit Nil geri dönmüştür diye de heveslenmiştim..."
Onunla koridora dönerken, "Liseye mi gidiyorsun?" diye sordum.
"Evet, lise son," derken göz ucuyla yanından geçtiğimiz salona doğru hızlıca baktı, ardından da üst katın merdivenlerine.
"Bir şey mi aradın?"
Kafasını iki yana sallarken yanakları kızardı. "Hayır hayır."
Hızlı cevabı düşündürücü bir etki bıraksa da ikinci kez sormadım, ima etmedim. Kapıdan çıkıp eşikten inerken, "Deren abiye selam söyleyin, ben Nil'in bulunması için her gün dua ediyorum," dedi. Saf ve masum görüntüsünden aldığım hissi o konuşurken de aldım. "Okulumun oraya da kayıp ilanları astım bir gören olursa diye, ben onun bulunacağına çok inanıyorum."
"Tanıştığımıza memnun oldum Ece, Nil geri döndüğünde eminim onunla tekrar arkadaşlık yapacaksındır," dedim.
Başını sallarken gözlerinde, benim kim olduğumla alakalı düşüncelerin olduğunu yakaladım. Bunu sorması gerekli değilmiş gibi sessiz kalarak gülümsedi ve arkasını dönüp çıkışa yürüdü. O gözden kaybolduğunda yan eve bir daha baktım. Renkli çiçekleri Ece'nin diktiğine emindim o anda.
Oturma odasına geçmeden önce merdiven basamaklarını takip ederek çıktım. Dün gece Deren'in beni taşıdığı odasına kadar ilerleyip açık bırakılan kapıdan içeriye kafamı uzattım. Odasını gün ışığında ilk kez görmüştüm, dağınıktı ve yerde kıyafetler vardı. Geniş, koyu kıyafet dolabının kapakları açıktı. Yatak örtüleri de bozulmuştu, cam kırıkları hâlâ yerde duruyordu. Bunlarla ilgilenmeden odaya girmemin ilk sebebine tutunup komodine baktım, herhangi bir fotoğrafı yoktu. Deren'in bir fotoğrafını bulup Nil'e götürmeyi istemiştim.
Komodinleri açmak için ilerliyordum ki bir daha zil çaldığını duyup başımı arkaya çevirdim. Bir dakika kadar kapıyı çalanın çekip gitmesini bekledim fakat zil çalmaya devam edince ayaklarımı vura vura basamakları indim. Kapıyı açmadan önce yine delikten baktım ama bakış açımda bir pelüş oyuncak görünce yüz buruşturup emin olamadan kulpu indirdim.
Bir erkek eli ayıyı yüzünün önünde tutuyordu. Tek kaşımı kaldırdığımda kapının açıldığını fark ederek ayıyı indirdi ve yüzündeki sırıtış, beni görünce kayboldu. Yirmili yaşlarında görünen bu genç, yakışıklı adama ne tepki vereceğimi kestiremeden birkaç saniye geçirdim. Kendisi de bana duyduğu yabancılıkla kaşlarını çatıp içeriye girerken, "Sen kimsin?" diye sordu.
"Asıl sen kimsin?"
Sırtındaki büyük çantayı portmantonun önüne bırakıp doğrulurken, "Abim nerede?" diye sordu ve sonra başını çevirip merdivenlere bakarken sırıttı. "Abimi boşver ya, Nil'im nerede?"
Cevap vermemi beklemeden basamakları ikişerli tırmandı. Üzerindeki oversize ceketine, kotuna arkasından baktım ve abisinin odasının kapısını açtığını gördüm. Odaya bakıp çıkarken, "Nil?" diye seslendi. Birkaç basamak çıkarak ne yaptığına daha yakından baktım. Bu kez Deren'in yatak odasının tam karşısında bulunan odaya girdi ve içeriye bakıp aradığını bulamadan çıktı. "Abim ve Nil nerede? Sen kimsin?"
"Ben Karmen," dedim yalnızca. Bu çocuğun, yeğeninin kaybolduğundan haberi yok muydu? Büyük sırt çantasına bakılırsa uzak bir yerden gelmişti, demek ki olanlardan habersizdi. "Abin yok, ben onu arayayım." Bir daha benimle konuşmasına fırsat vermeden salona ilerledim fakat aklıma gelenle beraber dönüp ona baktım. "Adın Utku mu?"
"Evet," derken ellerini merdiven korkuluklarına yaslayıp kaşlarını çattı. "Abim mi bahsetti?"
"Yaa, evet." Yaptığım hataya sövüp salona girdim ve telefonumu alıp dün kaydettiğim numarayı aradım. Birkaç kez çaldı ve merdivende Utku'nun ayak seslerini duyarken, "N'oldu Karmen?" diyerek açtı Deren telefonumu, asabi şekilde.
Kısık sesle, "Kardeşin burada," dedim.
"Hassiktir, Utku mu?" Sertçe oflayıp tiz bir nefes vermesinin ardından, "Hiçbir şeyden haberi yok, sakın ona bir şey söyleme ve televizyondan uzak tut," dedi. Harika, buradan şimdilik uzaklaşamayacaktım. Ben kendime oflarken, Deren konuşmasına şunları ekledi. "Bak, Utku Nil'in kaybolduğunu... Hem de Derya yüzünden kaybolduğunu öğrenirse o herifi öldürür, şu an Utku'yla ilgilenemem, bir süre daha öğrenmemesi lazım."
"Dalga geçiyorsun herhalde," diye fısıldadım ama Utku salon kapısının önünde görünüp araştırıcı gözlerle baktığında, "Tamam canım," diyerek telefonu kapattım. Utku'ya kuru şekilde gülümserken Deren'in kullandığım samimi kelimeye takılmamasına umdum, sadece... Utku'ya durumları anlamaması için her şey yolundaymış izlenimi vermiştim.
Telefon elimde bir daha çalınca ekranına baktım ve Deren'in tekrar aradığını görüp kulağıma götürdüm. Hattın diğer ucunda hafif canlılık gelmiş sesiyle, "Canım mı?" dedi ve ben açıklayamadığım için genzimi temizlerken, Deren alçak sesle mırıldandı. "Geliyorum, kardeşimi oyala."
Utku hâlâ beni izliyorken, "Peki," dedim yalnız.
"Kapa canım."
Hattan düşünce telefonumu indirip pantolonumun arka cebine attım ve Utku içeriye girmek üzereyken, "Bunlar ne?" diye sordu. Baktığımda sehpanın üzerindeki alkol şişelerini ve sigara paketlerini gösterdiğini gördüm. "Senin mi?"
"Nereden çıkardın?"
"Abimin olacak değil, yani Nil doğduğundan beri kullanmıyor... Şişe de kırılmış." Bir tuhaflık olduğunu sezmiş gibi huzursuzlandı. "Nil abimle mi? Geliyorlar mı?"
Çocuk yeğenini çok görmek istiyordu, hatta abisinden daha çok. "Abin birazdan gelir.”
"Sen kimsin bu arada?" diye bir daha sordu, varlığımı bir yere koyamadığı için huzursuz ve kuşkuluydu. Saçı, gözü abisine çok benziyordu. Daha genç, canlı haliydi. "Yoksa..." gözlerini biraz açıp beni baştan aşağıya süzdü, takdir ediyormuş gibi başını salladı. "Gönül işleri falan mı?"
"Abinin bir gönlü var mı?" diyerek geçiştirmeye çalışırken eğilip sehpadaki boş şişeleri aldım, salondan çıkıp onları mutfağa götürdüm. Utku gözleriyle koridordan beni takip ederken, "Nerelisin sen?" diye sordu, aksanımdaki değişikliği anlayıp.
"İtalyan’ım." Türkiye'ye geldiğimden beri her gün bu kelimeyi söylemiş olabilirdim.
Ben salona dönerken, "Abime bak sen," diyerek mırıldandığını duydum ama duymamış gibi yaptım. Tekrar sehpaya eğilip kül tablasını, sigara paketini, yerdeki kırık camları aldım. Mutfağa kadar gidip hepsini tezgâhın altında bulduğum çöp kutusuna tıktım.
"Bir daha bu evde sigara içmemelisin," dedi, ben mutfaktan ikinci kez çıkarken. Portmanto önüne koyduğu çantasına, elinde tuttuğu pelüş ayıcıkla ilerleyip çantasını aldı ve merdivenin yolunu tuttu. "Nil hafta sonları burada kalıyor, onun için dikkat ederiz böyle şeylere..." üst kata çıkıp abisinin odasının yanındaki odaya girerken söylendi.
"Emredersin," diye homurdanarak salona girsem de aslında duruşunu bozmamasını takdir ediyordum, Nil için bu karara varmış olmaları güzeldi. Koltuğa oturup dirseklerimi dizlerime koydum ve Deren'i beklerken, yine burada vakit geçirmeye mahkûm olduğum için huzursuzlukla doldum.
Yirmi dakika geçmemişti ki, sokak kapısında dönen anahtarın sesini duydum. İçeriye soluk soluğa girdiğinde gözlerimiz günün ilk saatlerinde yeniden birleşti. Gece yaşanılan birkaç anı kafama üşüşürken, Deren elindeki ceketi koltuğa fırlatıp üst katın merdivenlerine baktı. Yanıma gelirken kısık sesle, "Öğrenmedi değil mi?" diye sordu.
"Hayır," dedim. "Fakat haberler her yerde, gazetelerde... Çok yakında öğrenir."
Yorulmuşçasına bezgin bir nefes verip karşımdaki koltuğa otururken, "Ne kadar geç öğrenirse o kadar iyi," diye fısıldadı. Başını arkaya atıp gözlerini kapatırken ellerini dizlerine yerleştirdi. Alnında ter birikmişti, hızlı hareket etmişti. "Utku baş belasıdır, öğrendiği dakikadan sonra ona da sahip çıkmam, kollamam gerekir."
Son saniyelerde düzelmeye başlayan göğüs hareketine doğru bakarken, "Nil'i defalarca sordu," dedim. "Ne söyleyeceksin ona?"
"Bilmiyorum," dedi gözlerini açıp doğrudan bana bakarken. Ya o gözlerini açarken doğrudan bana bakacağını hesaplamıştı, ya da denk gelmişti. "Kahretsin ki bilmiyorum."
Sorununa bir çözüm bulmak için düşünmeye başlarken yukarıdan, "Abi," diyen sesi duydum. Deren kapıya doğru bakarken ayağa kalktı ve Utku içeriye girerken, yüzünde ilk kez bir gülümseme gördüm. Dudaklarının ve gözlerinin kenarlarındaki kırışmadan anladığım küçük gülümsemeye bakarken, Deren kapıdan giren kardeşine yaklaşıp onu kendisine çekti. Utku daha bir şey diyemeden ona sertçe sarıldığında, Utku'da aynı şekilde abisine sarılıp yüzünü omzuna doğru bastırdı. "Geleceğini söylememiştin," dedi Deren kontrol edemediği burukluktaki bir sesle. "Neden haber vermedin, bir anda çıkıp geldin?"
"İki aydır yokum, Nil'e sürpriz yapmak istedim," dedi Utku, abisinin sırtını erkekçe sıvazlayıp geri çekilirken. Deren'in sırtını, Utku'nun da yüzünü görüyordum olduğum açıdan. Kardeşi dağılan saçlarını düzeltip abisine bakarken sırıtır gibi oldu. "Görmeyeli duygusal bir adam olmuşsun," dedi, biraz alay, biraz şaşkınlıkla. "N'oldu? Nil nerede?"
Deren kardeşinin kendisi gibi koyu renkte olan saçlarını düzeltirken, "Bu hafta sonu onu almadım," dedi. Sesini normal olması için oldukça zorluyordu. "Nalan ve Derya ile."
Utku kaşlarını sertçe çatıp Deren'in elini itti. "Neden almadın? Nil seni zaten çok az görüyor, nasıl almazsın anlamıyorum."
"Sesini yükseltme," dedi Deren, rahatsız olarak. "Biraz üşütmüş, Nalan ilgileniyor..."
"Nalan çok iyi anlar ya annelikten," diye ağzının içinde homurdanınca, Deren onun omzunu sıkarak, "Yapma şunu," dedi. "O annesi."
“Hastaneye götürdün mü Nil'i? Neyi var? Tırtılım benim ya... Allah bilir ince ince giydirip üşütmüştürler kızı..."
Deren'in sesi, "İyi," derken titredi ve duygularının okunmasını istemediği için Utku'ya arkasını döndü, az önce kalktığı koltuğa otururken önüne bakmaya başladı. "Sadece üşüttü... İyi olacak."
"Siktiğimin Derya'sı, kesin bilerek hasta etmiştir kızı, ben o piçten beklerim..." Utku'nun sinirlerini kontrol etmek konusundaki başarısızlığı abisine benziyordu. Utku'yu daha tehlikeli yapansa abisine kıyasla genç ve heyecanlı olmasıydı. "Bu arada... Arkadaşınla tanıştık..." bunu söylediğinde Deren göz ucuyla kardeşine baktı ve sonra onları izleyen bana. "Hayırdır, gönül işleri falan mı?"
Bu çocuk iki seferdir gönül işleri derken tahmin ettiğim şeyi mi kastediyordu? Kaşlarımı daha çok çatmış olmalıyım ki Deren'in gözleri yüzümde biraz yukarıya çıkıp kaşlarıma baktı. "Aynen," dedi sonra da. "Gönül işleri."
Ağzımı tekrardan açmak için Utku'nun ayağımın altından kaybolmasını bekledim. Abisinin söylediğine karşı bir hayret belirtisi gösterip başını sallarken, "Türkçe'yi sen mi öğrettin?" diye sordu.
"Abinin bu kadar becerikli olduğunu sanmıyorum," dedim mırıltıyla.
Utku gülerken Deren'in gözlerinde hafif bir şey belirdi ama ben ne olduğunu anlayana kadar kaybolup gitti. Utku'nun sorgu sualinden sıkılmış gibi, "Gönül işte," dedi, konuyu kapatmak ister gibi. "Uza abiciğim, hadi."
"Amaan." Utku isterik şekilde kafasını iki yana sallayıp merdivene yöneliyordu ki, kafasını tekrar Deren'e çevirip onun karın hizasına baktı. Ben de bakışlarını takip edince Deren'in belinde bir silah olduğunu gördüm. Silahları adım gibi tanırdım, onun Amerikan silahı olduğunu hemen anladım. Daha önce Salvador'da görmüştüm, ikinci kez de Deren'in belinde. Yakın koruma olduğu için silah taşımasını normal buldum ama Utku için garip olacak ki Deren'e yaklaşıp belindeki silaha yakından baktı. "Hani işi eve getirmiyordun? Silah neden belinde? Nil'in olduğu eve silah mı sokuyorsun?"
Deren yaptığı hatayı onun söylemesiyle fark edip belindeki silaha göz attı. "Üstümde kalmış, unutmuşum."
"Nil söz konusuysa unutmazsın abi." Utku gözlerini silahtan çekip bir şeylerin yolunda gitmediğini sezerek baktı. "N'oluyor abi? Sabahın köründe nereden geldin? Hafta sonu işe gitmezsin, iş diye palavra sıkma sakın bana."
Deren sabrının sonundaymış gibi derin bir nefes alıp, "İş," diye palavra sıktı.
Utku, "Siktir," diye homurdanıp arkasını döndü ve hızlıca merdivene yönelip basamakları ikişerli çıktı. Odasına girip kapısını çarpınca, "Ben de bazen abilerime küfretmek isterdim ama etmezdim," dedim. "Utku'nun yapabilmesi hoşuma gitti."
Deren beni görmek, o öfkeli bakışını atabilmek için arkasını dönüp bana bakınca omuzlarımı silktim. Ayağa kalkıp yanıma doğru yürüdü ve karşımda durduğunda kalp atışları ondan çok bana yakınmış gibi kalbimin hizasında belirdi. "Neden yüzlerine karşı küfredemezdin?"
"Saygı duyduğum için."
"Sence Utku bana saygı duymuyor mu?"
"Cümlem oraya çekilebilir gibi ama onu kastetmedim." Deren'in beni gerçekten ciddiye aldığını fark etmek onunla iyi konuşmamı sağladı. "Arabada bana yirmi yıldır babalık yapıyorum demiştin, Nil'den de önce Utku'ya babalık yaptın değil mi? Bu yüzden seninle duygularını..." iki kelimeyi karıştırdım ve hangisini kullanmam gerektiğini düşündüm. "... doruklarda yaşayan bir çocuğa benziyor."
Beni dinledi. Kendinde olmamasına rağmen bana odaklanıp dinledi. "Doğru, onu ben büyüttüm ve... sanırım bazen şımarttım."
Dudak çizgimi ısırıp, "Ailen hayatta değil mi?" diye sordum.
Sorumla birlikte uzaklaşıp arkasını döndü, televizyona yaklaşıp fişlerini çekerken, "Biz çok küçükken öldüler," dedi, üzerinde fazla durmadan.
Acaba kaderleriyle mi ölmüşlerdi? Çevremdeki insanlar kendi kaderleriyle değil de cinayetle öldükleri için kafamda böyle bir soru oluştu ama tabi sormadım. "Başın sağlık olsun," dedim.
"Başın sağ olsun," diyerek düzeltti beni. Tabi ya, öyleydi. Karina'yı kaybettiğimde bu cümleyi duymuştum. Karina'yı kaybetmek... Doğru, ben onu kaybettim. Kalbimi kaybettim.
"Utku'ya yirmi yıldır abilik yaptığına göre otuz yaşında olmuşsundur sen."
"Yirmi sekiz," dedi, gözlerinin ucuyla bakıp.
"Abilerimin hepsi senden büyük," dedim ve sonra neden onunla konuşmaya devam ettiğimi düşünerek kaş çattım. "En küçüğü yirmi dokuz yaşında."
"Sen kaç yaşındasın?”
“Yirmi beş.” Koltuğun köşesindeki ceketimle çantamı bugün ikinci kez alıp önümde tutarken, bana doğru bakan Deren'e karşılık verdim. "Gideyim artık. Hoşça kal. Gerçi hoş kalsan da seni bir daha göremeyeceğim için bilemem..."
Belki de artık gerçekten gücü tükenmeye başladığı için yavaşça yaklaşıp karşımda durdu. "Bir daha birbirimizi görmeyiz diyorsun?"
"İyi anlaşılmışım."
Gitmek için hareket ettim ama gitme sinyallerimi anlayınca kolumdan tuttu. Bununla beraber kolumdaki yaralı eline ve başımı arkaya yatırıp gözlerine baktım. Bir nefret mektubunun başına oturup önündeki sayfayı kelimelerle süsleyen birinin gözleriyle bakıyordu ama bu nefret bana karşı değildi. "Kardeşime ve bana sabır gösterdiğin için sağ ol."
"Bana bunun için ikinci kez teşekkür ettin," dedim, söylediklerini düşünerek. Aslında nasıl bir adamdır o, merak ettim. "Birinin sana yardımcı olması senin için önemli olmalı, sana edilen yardıma değer veriyorsun."
"Sen de ikinci kez bana, sana söylediğim bir şeyi hatırlatıyorsun," dedi, kolumu hiç bırakmadan. "Hafızan kuvvetli olduğundan mı yoksa..." yoksası yok oldu, söylemedi, eklemedi, yalnızca gözlerini belki de hafızamla bağlantısı olan şakaklarımda gezdirip pansumanıma baktı. "Acıyor mu?"
Gözlerimi yere indirip yutkunurken vücudumu geriye çektim ama kolum ondan ayrılmadı. "Acımıyor."
Gözlerini aramızdaki boşluğa dikip çekildiğimi fark edince kolumu bıraktı. Genzimi temizleyip eşyalarımı göğsüme bastırdım ve nefret dolu mektubunu yazan o adamın kara gözlerine bir kez daha bakıp arkamı döndüm. Salondan çıktığım gibi süratle koridoru yürüdüm, sokak kapısını açıp dışarıya çıktım.
Acıyor mu diye sorması ne gülünç, çünkü beni o öldürecek.
Beni süratli adımlarımdan ayıran şey arabamı görmem oldu. Kaldırımın kenarındaydı. Birisi arabayı kaza yerinden alıp buraya kadar getirmişti. Önüne doğru bakınca pek hasarı olmadığını gördüm, zaten ben de hafif yaralanmıştım. Kaput düşmemişti fakat plaka yerinden oynamıştı. Elimle sağlamlık durumuna bakıp düşmeyeceğinden emin olunca ceketimin cebinden anahtarımı alıp arabaya bindim.
Evime yaklaşırken kaldırım kenarındaki bir çiçek tezgâhı gördüm ve beyaz laleler dikkatimi çekince arabamı durdurdum. Tezgâha yaklaşıp lalelere dokundum, çok güzel görünüyorlardı. Üç tane laleyi aldım ve kadın bana dönüp, "Paketleyeyim mi?" diye sorduğunda yalnızca kafamı salladım.
Üç tane beyaz laleyi paketlediğinde kenardaki pembe laleyi de görüp içine ekledim. Çiçek demeti hazır olunca da parasını verip çiçeklere bakarak arabama yürüdüm. Eve varana kadar laleleri izlemekten vazgeçmedim. Asansörde daireme çıkarken biraz heyecan hissettim. Bana duygularımı bir nebze de olsa geri getiren tek şey, Nil'di.
Dairemin kapısını açıp girdiğimde saat dokuza gelmek üzereydi. Nil'in uyanıp uyanmadığını merak ederken yüksek konuşma sesleri duyup salonuma ilerledim. Yamanla Gece karşı karşıya salonumun ortasında duruyordu ve yüksek sesle tartışıyorlardı. Gece ellerini beline yaslamış, dik dik ona bakarken Yaman işaret parmağıyla onu gösterip, "Başını nasıl büyük bir belaya soktuğunu hâlâ anlayamadın," dedi, beni fark etmeden. "Gerçekler ortaya çıktığında arkadaşın kızı kaçıranın sen olduğunu söylerse ne yapacaksın? Babana, seni bu ipten alabileceğini düşünecek kadar güveniyor musun? Arkadaşından haberli ya da habersiz çocuğu teslim etmezsek olan sana olacak! Kör müsün, görmüyor musun?" Gece'nin ateşe atılacak olmasına karşı duyduğu öfkeye çatık kaşlarımın altından baktım. "Bu iş uzamayacaktı, söz vermiştin."
Gece'de Yaman'ın ilk kez bu kadar uzun konuşmasına karşı duyduğu şaşkınlığı yüzünde belli edip sonra çemkirdi. "Bu kadar korkaksan yardım etmeseydin."
"Lafı çevirme, kendim için korkmadım."
Gece yutkunup bakışlarını ondan çekerken, "Karmen'e asla ihanet etmem," diyordu ama beni görünce cümlesini, şaşkınlıkla sonlandırdı. Öne çıktı ve ardından gözlerini büyüterek yanıma geldi, şakağıma bakarak, "N'oldu sana?" diye sordu.
Yaman'da benden tarafa bakıp yanaklarını şişirdi ve yakasındaki kravatı gevşeterek kafasını iki yana salladı. Beni onaylamıyorsa bu işe en baştan karışmamalıydı, kimse silah zoruyla yaptırmamıştı. Gece pansumanıma dokunup üzerimde başka bir hasar ararken, "Nil uyuyorken bağırdığınıza inanamıyorum," dedim sinirle. "Korkutmak mı istiyorsunuz onu?”
Yaman tahammül edemiyormuş gibi bana sertçe baktığında, ona hırladım ve sonra Gece'nin elini çekerek, "İyiyim," dedim.
"Kaza mı yaptın?" diye sordu, endişeyle.
"Ufak bir şey Gece. İyiyim ve sorun yok."
Her şeyi öğrenmesini kendisi için istemiyordum, onu olabildiğinde uzak tutmalıydım. Beni artık tanıdığı için tekrar üstelemeden, "Seni merakımdan uyuyamadım bile," dedi.
"Pürüzler çıktı, hallettim." Dirseğinin altını okşayıp yumuşakça baktım ona ve bu bakışımı görünce gülümsedi. "Nil iyi mi? Hiç ağladı mı?"
"Hayır hayır, en son baktığımda hâlâ uyuyordu."
Kucağımdaki lalelere baktığını görünce içlerinden bir tanesini alıp ona fırlattım ve o gülerken, arkamı dönüp odama yürüdüm. Tam odadan içeriye giriyordum ki bir ses duyup kafamı mutfağa çevirdim. Kapısından içeriye bakınca da Nil'i burada gördüm. Tezgâhın önünde oturmuş, yere koyduğu çikolata kavanozunu kaşıklıyordu. Ağzının çevresi çikolata olmuştu, üzerindeki eşofman üstü de. İçimi saf bir mutlu duygu kapladı, fazla kısa süreceğini biliyordum ama o an bu hisle yanına yürüdüm ve Nil beni farkına varıp başını kaldırınca gözlerini kocaman açtı. Hızla kaşığı arkasına saklayıp, "Kaymen," dedi şaşkınlıkla.
Yüz yüze olabilmek için bir dizimi kırıp eğildim. "Burada n'apıyorsun?"
"Hiiiiç," dedi ve kaçamak bir bakış atıp gözlerini sakladı. "Hatırladım... Seni arıyoydum."
Dağılmış kumral saçlarına bakarak gülümsedim. "Beni ararken karşına çikolata çıktı sanırım?"
Yüreğime kadar uzanan kirpiklerinin altından bana bir daha bakarken dudaklarının kıvrılmamak için mücadelede olduğunu gördüm. Yaramazlığını fark ettiğimi anlayınca hem utandı hem güldü. "Ben yemedim, kaşık geldi ağzıma giydi..." kaşığı arkasından çıkarıp ikimiz arasında tuttu. "Geyçekten ben yemedim ki."
Ons sıkıca sarılma duygusunu yenmeye çalışarak doğruldum. "Benim de arkamda bir şey var, görmek ister misin?"
Kaşığı tezgâha koyup hızlı hızlı kafa salladı. "İsteyim."
Bana yaklaşıp arkama geçmeye çalıştığında ben de dönüp çiçekleri ondan sakladım. Bunu yaptığımı görünce kaşlarını çattı ve yeniden etrafımda dolanıp arkama geçti. Bu kez o arkamdayken çiçekleri önüme alıp ondan sakladım. "Ya Kaymen, hani, neyede?"
Kıyamayıp eğildim ve ona dönüp çiçekleri aramıza alırken, "Bak," dedim hevesle. "Sana çiçek aldım."
Kucağımdaki demeti görünce gözlerini büyütüp yerinde zıpladı ve çiçekleri benden alırken, "Montum gibi," dedi pembe laleye, kıkırdayarak.
Çiçekler neredeyse onun kadardı fakat hafif oldukları için taşıyabiliyordu. Kafasını eğip lalelerin kokusunu içine çektiğinde gözleri parladı. "Neyeden buldun?"
Gülümseyip, "Senin için aldım," dedim. "Az önce söyledim, yoksa sen de benim gibi unutkan mı oldun?"
Kıkırdayıp biraz yaklaştı ve ummadığım bir samimiyet gösterip bacaklarıma sarıldı. "Sen benim en sevdiğim dadımsın!"
İşte böyle dediğinde bir gün beni unutacağını düşünmek korkunç hislerle doldurdu ruhumu. Kaybedeceğimi bile bile ona bağlanıyordum, bana gülümsediğinde kelimelere gerek olmadan ruhlarımızın birbirini sevdiğini hissediyordum. Her şeyin son bulduğu o günden sonra belki birkaç gün daha hatırlardı beni, sonra da unuturdu. Ama bunun için kahrolmama gerek yok, zaten ben de o zamanlar ölmüş olurdum.
🎠
Kalbimin ilk hatasında onu saklamak istedim, birisinin bulup ona dokunmasından endişe duydum. Çünkü dışarıdan birisi kelimelerle, bakışlarla, hareketlerle kalbime dokununca hata yapmaya çok açık oluyordum. En son kalbimi, o erkekten ihanet yediğimde kapatmıştım ve sadece Karina için açmıştım. Onu kaybedince de kalbim kendiliğinden kapanmıştı. Nil'i bir gün, o gün görene kadar.
Uyuyamıyorum, gözlerimi kapattığımda birisi beni boğuyor gibi geliyor. Yaşamın üstüme geldiği gibi, düşüncelerimde kalıba, varlığa bürünerek uykularımda parazit misali dolaşıyor.
Dünden beri hiçbir şey değişmedi, ekranlarda ve gazetelerde Nil'in haberleri ilk günki yoğunlukla gösteriliyordu. Dedesi ünlü bir gazeteci olmasaydı bu kadar etkisi olacağını sanmıyordum. Haber bültenlerinde ailesinin ve Deren'in emniyete girerken çekilmiş fotoğrafları vardı, yeni bir ifade gelmiş olabilirdi. Organ kaçakçısını araştırıyorlar mıydı, haberim yoktu. En azından bir iz yakalamış olmaları lazımdı, fakat bunu öğrenmek için emniyete gitmemin kafalarda soru işareti bırakacağını düşünüyordum.
Ellerimi, o an hiçbir şey olmasa da acıyan boğazımdan ayırıp bir şarkıyla uyuttuğum Nil'i izledim. Küçük ayakları örtünün altından çıkmıştı, uzanıp üşümemesi için örttüm. Gece on bir olmuştu, iki saat önce uyuyakalmıştı. O dakikadan beridir onu izleyip Karina'yı düşündüm. Ölümünün verdiği yası karanlıkta, yalnız başıma yaşamaya devam ettim. Sanki ben hayatta kalmaya, sadece onun yasını tutacak birisi olması için, onun unutulmaması için devam ediyordum.
Ben de ölürsem onu hatırlayan kimsesi olmayacak.
Kızıma kavuşma hayalimin arasına ses girdiğinde boşluktaki gözlerimi yastığımın altına çevirdim. Telefon ekranım yanıp sönüyordu. Bir haber olacağını düşünüp yabancı numaranın aramasını açtığımda, "Karmen?" dedi genç bir erkek sesi. İlk saniyelerde olmasa da sonra tanıdım onun kim olduğunu. "Merhaba."
"Utku?" dedim, sorar bir tavırla. "N'oldu? Numaramı nereden buldun sen?"
"Abimden aldım," dedi. "Geç aradım, rahatsız ettiysem kusura kalma..." bir şey konuşmasına ara vermesine sebep oldu, belki de benimle konuşmayı yadırgaması. "Abim yaralandı, hastaneye de gitmiyor. Hemşireymişsin, sen yardım eder misin?"
Aldığım bir sonraki nefes çok hızlı oldu. "Yaralandığını mı söylüyorsun? Nasıl?"
"Bıçak yarası," dedi, bu duruma duyduğu öfkeyi ses tonunda seziyordum. "İyiyim diye tutturdu, gitmek istemiyor hastaneye, sen yardımcı olabilirsin belki."
Demek Deren hemşire olduğumu söyleyince o da aramıştı. "Yarası ciddi mi?"
"Sanmıyorum. Zaten bilinci yerinde. Hatta iyiyim diyor ama geldiğinde gömleğinin arkası kanla kaplanmıştı." O da benimkinin düzeyinde bir kısık sesle konuşuyordu. "Gelebilir misin? Yoksa abimin yanına dönüp hastaneye götürmek için çabalamaya devam mı edeyim?"
"Geliyorum," diyerek telefonu kapattım. Odanın ortasında birkaç saniye dikilip ardından Nil'e yaklaştım, elimi alnına koyup cildinin sıcaklığına baktım. Normaldi. Onu rahat bırakıp kapıdan çıktım ve koridordan geçerken salonda uyuyakalan Gece'ye baktım. Akşam üstü buraya geldiğinde çok panik doluydu, yeni bir gelişme olmamasına rağmen yakalanma korkusuyla sinir krizi geçirmiş ve sonra ilaçlarını için uyuyakalmıştı. Benden daha sağlıklıydı ama onun da psikolojik sorunları vardı.
Yanına gidince onu yumuşak şekilde sarsıp uyandırdım, gözlerini açtığında durumu anlatıp bir iki saat içinde döneceğimi de ekledim. Uykulu bir şekilde baş sallayıp beni öptükten sonra tekrar gözlerini kapattı. Nil geceleri pek uyanmazdı, sadece sabah beşe doğru uyanıyordu, birkaç saat için onu Gece ile bırakabilirdim. Portmantodan ceketimi alıp giyerken tekrar yatak odama girdim, Nil'in sol ve sağ tarafına birer yastık koyup güvene aldım.
Evden ayrılırken üzerimde bir taytım, şapkalı siyah sweatim ve ceketim vardı. Arabama atlayıp yola çıktıktan sonra Deren'in attığı konumu yeniden açtım ve onun evine yaklaştığımda, evin ışığının yandığını gördüm. Bahçe kapısından geçerken bahçedeki bir gölge dikkatimi çekti ve Utku kafasını kaldırıp beni görünce, ağzındaki sigarayı çekip ilk karşılaşmamızdan daha sakin şekilde, "Selam," dedi.
Baş sallayıp yanından geçtim, sokak kapısını sigara içmeye çıkarken aralık bırakmıştı. İçeriye girince holün aydınlığını gördüm. Salona yürüyüp kafamı içeriye uzattım, karanlıktı ve Deren burada yoktu. Gözlerimi merdivene çevirdim, adımlarımı da öyle. Deren'in odasının kapısını açmadan önce iki kez tıklattım.
"İyiyim dedim Utku. Bana olan sevgin yeterince gözlerimi yaşartacak raddeye geldi..."
Adam yine de alaycılığından ödün vermiyordu...
Kapısını açıp baktığımda gözüme direkt çarptı. Odaya aydınlık veren gece lambası kapının altından da sızan ışığın sebebiydi. Deren yatağının ucunda, dirseklerini dizlerine koymuş oturuyordu. Herhalde kardeşi olduğunu düşündüğü için kafasını çevirip bakmazken, elindeki parıltı dikkatimi çekti ve onun da sigara içtiğini gördüm. Kendindeydi, yarası hafif olmalıydı. Fakat kimin onu bıçakladığını öğrenmek istedim, zihnimde gereksizce yer kaplayacak bir bilgiydi ama öğrenmek istedim.
Başını önünden kaldırıp da kardeşini görmeyi düşünerek beni bulduğunda kaşları çatıldı ve sert bir soluk alıp bırakırken omuzları gevşedi. "İki gün üst üste seni görme şansına neden sahip oldum?" diye sordu.
"Çok alaycısın, boşanma sebeplerinden birisi miydi?" diyerek sırıttım ve sonra dümdüz bakarak yanına ilerledim. Başımı hafifçe eğip sırtını görmeye çalıştığımda, çattığı kaşlarının altından beni izleyerek yan döndü, sırtını tamamen görebilmem için bana açtı. "Seni Utku mu çağırdı?"
"Evet, yokluğumda benden bahsetmişsin," dedim öylesine ve dizlerimi kırıp biraz eğildim, işimi kolaylaştırdığı için sırtına daha yakından baktım. Omzunun az altından koluna doğru bir derin çizik vardı, yaranın kenarlarından sırtına doğru kan sızıyordu. Bedensel bir acının derdine düşmeyecek kadar meşgul olduğu için bu yarayı görmezden gelmişti ama buraya kadar geldiysem ona yardımcı olabilirdim. "Nasıl çizildi sırtın?"
Kesik için, "Bıçak," dedi.
"Neyle demedim? Nasıl dedim?"
Başını omuz arkasından çevirip asabı bozulmuş gibi baktı. "Yarım Türkçe'nle nasıl ve neyle arasındaki farkı anlayabiliyor musun?"
"Türkçe'm çok iyi. Sen İtalyanca bilir misin?"
"Belki," dedi.
Gözlerimi devirdim ve bunu yakalaması hiç zor olmadı. Bir iki saniye göz göze kaldık ve sonra tekrar sırtına bakıp kesik için, "Evinde pansuman için ıvır zıvır var mı?" diye sordum.
"Ivır zıvır? Mesleğine olan hassasiyetin vay be dedirtiyor..."
"Vay be deyip çenesi kapat o zaman," dedim ve doğrulup arkamı döndüğüm gibi odadan çıktım. Basamakları indiğimde Utku'nun da evden içeriye girdiğini görüp seslendim. "Evde pansuman için bir şeyler var mı? Yoksa arabamdan alacağım."
"Olması lazım." Çok keyifsiz görünerek merdiven altına yürüdü, bir iki ses geldi. Korkuluktan aşağıya baktım ama ne yaptığını göremedim. Deren yakın korumaydı, silah taşıyordu, elbet zaman zaman yaralanmış olabilirdi. Utku merdiven altından, elinde birkaç şeyle çıkıp merdiven önünden bana uzattı. "Yarası ciddi mi? Ben de pansuman yapacaktım fakat yarasının derinliğini anlayamadım, yanlış bir şey yapmak istemedim."
"Sadece kesik. Ona dokunmaz bile." Pansuman benzini, ağrı kesici ve birkaç şeyi elinden kapıp geriye çıktım. "Bu arada senin ellerin de yaralı, kavga falan mı ettin?"
Ellerine bir göz atıp arkasına doğru götürdü. “Yok, ben dağ tırmanışı yapıyorum, genelde böyle."
Dün gelirken sırtında getirdiği çanta aklıma düşünce nereden geldiğini anladım. Basamaklara döndüm ve Deren'in odasından girerken yalnızca ellerimdekilere baktım. Dümdüz yatağa ilerleyip yanına otururken tentürdiyotun kapağını açıp bir parça pamuğa döktüm. Kısa saçlarım gözümün önüne gelirken kafamı kaldırıp yan bir şekilde önümde duran sırtındaki kesiği hafif hafif temizledim. Kara kara düşünerek yere doğru bakıyordu, pamuk değince irkilmedi bile ama parmağım yanlışlıkla çarptığında sırtı öne doğru eğildi.
"Kazayla oldu," dedim.
Sadece, "Çok soğuk," dedi.
"Evet, tentürdiyot buz gibi olmalı."
"Buz gibi."
Kesiğin üstünü temizledikten sonra pamuğu ayağımın ucuna attım. Bıçak yanlışlıkla sırtını kesmiş gibiydi, dövüş esnasında yaşanmış olabilirdi.
Paketteki kare sargı bezlerinden iki tane alıp ıslak duran açık yaranın üstüne koydum. Alttaki kırmızılık bezlere akınca birer tane daha pansuman bezi koyup hijyenik beyaz bandı elimle kopardım. Küçük küçük bantları sargı beziyle sırtına doğru yapıştırıp açılmaması için sağlam tuttum.
Elini sırtına götürüp pansumanına dokununca, elindeki izlerin hâlâ durduğunu gördüm. Ona verdiğim merhemi belki de hiç kullanmamıştı. Ellerimdeki görüntünün kana benziyor olmasından rahatsız olup gözlerimi sımsıkı yumdum ve açıp kalktım, eşyaları yatağın kenarına bırakıp doğruldum. "Kesik acırsa ağrı kesici alabilirsin."
"Neden tekrar sormadın?" diye sordu.
"Neyi?" dedim.
Kafasını, gözlerimi görmek için arkaya atınca alnında da tane tane ter damlası olduğunu gördüm. Yutkunurken sanki tüm yüzü hareket ediyordu. "Nasıl bıçaklandığımı?"
"Neden ikinci kez sorayım?"
İkinci kez soracak kadar düşündüm mü ona ne olduğunu, bunu bile bilmiyordum. "Doğru," diye mırıldandı dudaklarını kıpırdatarak. "Ama belki ikinci kez sorsan söylerdim."
"Genelde ikinci sefere bırakmam." Saçımı kulak arkasına koyup arkamı döndüm ve kapıdan çıkarken ona sadece bir kez omzumun üzerinden baktım. Gözlerinin kısılmış bir kibirle baktığını gördüğümde de omuzlarımı silkip önüme döndüm.
Basamakları inmeye başladım, kalbim benden de önde gidiyordu. Utku'nun mutfak kapısından çıktığını gördüm. Elinde bir kurabiye vardı. Ona ellerimi gösterip, "Banyo nerede?" diye sorduğumda, dolu ağzıyla konuşamayıp merdiven altını gösterdi.
Oraya geçip kapıyı açtım ve beyaz döşenmiş sade banyoda ilerledim. Suyu açıp ellerimi birkaç kez sabunlarken hızlı hızlı nefes alıyordum. Genelde de, Karina'yı öyle kaybettiğim için boğuluyormuş hissederdim ama Deren'in yanındayken bunu sürekli hissediyordum.
Kâbusumda beni boğduğunu gördüğüm için belki de.
Ellerimi sıcaklayan yüzüme dokundurarak banyodan çıktığımda Utku hâlâ orada duruyordu. Elinde dünkü kızın getirdiği kurabiye tabağı vardı. Bana bakarken, "Bunları sen mi yaptın?" diye sordu.
"Neden abine kurabiye yapmış olayım?"
"Ne bileyim, gönül bağınız var ya," dedi, sırıtarak.
Ona, tehdit imasıyla dirseğimin tersini gösterip dişlerimi sıktığımda gülmemek için dudaklarını büzüp kurabiyesini yemeye devam etti. "Komşunuz getirdi."
"Komşum kimmiş?"
"Abine sor."
Yüzü ciddi bir duygu değişimiyle sarsıldı ve lokmasını yuttu. "Abim nasıl oldu?"
Arkamdan, "Hâlâ yaşıyor," diye ses gelince dönüp bakmadım bile, Deren'in merdiven basamağında konuştuğunu anladım. Yutkunup ıslak ellerimi sıkarken, Utku'da başını merdivene çevirip gevşemiş ifadeyle, "İyisin," dedi.
"İyiydim zaten," dedi Deren, Utku hâlâ bir şeyler bilmediği için kardeşinin yanında daha güçlü duruyordu.
Utku alt dudağını ısırarak kapının pervazına yaslandı. "Madem iyiydin, Karmen'i çağırayım deyince neden olur dedin? Kadın iyi değilsin diye geldi."
Derenle az önceki konuşmayı hatırlayıp kollarımı göğsümde kavuşturduktan sonra omzumun üzerinden ona bakıp tek kaşımı kaldırdım. Eliyle korkuluğu tutmuş, kardeşine bakıyordu. Pürüzsüz ışıkta daha net görmüştüm. Yüzü çok solgundu ve artık kirli sakalları vardı, yemin ederim ki pantolonu hâlâ aynıydı. Adamın, var olduğuna dair hatırladığı tek şey Nil'e karşı sabırsız özlemi ve korkusuydu.
"Neyse, gönül bağını kapıdan geçir," dedi Utku, yanımdan geçip üst kata yönelirken.
Utku odasına girdiğinde Deren burun kemerini sıkarak kalan basamakları da indi. Karşımda durmaya başladığında ellerini ceplerine sokmuştu ve bana çok da bakmıyordu, gözleri kısa saçlarımın hizasındaydı. Gitmek için kapıya bakarak, "Bu durumu kardeşinden ne kadar saklayacaksın?" diye sordum.
"Öğrenene kadar."
"Senden öğrenmesi daha iyi olur, rastgele haberlerde görürse nasıl açıklayacaksın?"
"Bıçaklanmam iyi oldu," dediğinde ona bakma eğilimi gösterdim. Göz göze gelince sanki söylediği kelimelerin derinliği çoğaldı. "Gidip Nil'i almayı kafasına koymuştu, şimdi yaralı olduğum için Nil'in görmesini istemez, alamaz onu. Birkaç gün de evden çıkmaz, çok yorgun..." uzun uzun konuşmak canını sıkmış gibi ara verdi. "... televizyon da çalışmıyor, haberlerde göremez."
"Telefon diye bir şey var, hani beni zırt pırt aradığın..."
Ukalalığımın derecesini ölçüyormuş gibi gözlerini kıstığında, aklıma bir şey düştüğü için yakıcı bakışlarıyla ilgilenmedim. Sağ elimi sol omzuma doğru götürüp parmaklarımın koluma doğru yetişip yetişmediğine baktım. Ve fark ettim, yetişiyordu. Bir bıçak tutsam sırtımda böyle bir kesik açabilirdim. "Kendini mi bıçakladın? Utku Nil'i almaya gitmesin diye."
Sadece Nil'in adı geçtiğinde kalbi attı, bunu bir şekilde gözlerinde gördüm. Sonrasında öncesinde ne demişim çok ilgilenmedi, hazmedemiyormuş yutkunup sessiz kaldı. "Hayatıma hiç normal insan girmedi zaten," dedim ve arkamı dönüp sokak kapısına ilerledim.
"Sen girdin benim hayatıma."
Çok doğru söyledi. Bu an bilmiyordu ama zamanı geldiğinde söylediğinin ne kadar gerçek olduğunu anlayacaktı.
Sokak kapısını açıp gitmek üzere dışarıya çıktığımda gözüme bir şey takıldı ve kaşlarımı çatıp düşünceli şekilde eğildim. Eşiğin önündeki zarfı alıp doğrulduğumda omzumun üzerinden Deren'e bakıp elimdeki zarfı salladım. Birkaç hızlı adımda yanıma gelirken, "O ne?" dedi ama ben de anlamamıştım. Zarfı elimden aldığı gibi arkasına önüne baktı, bir şeyler yazmadığını görüp yırttı ve içindeki kâğıdı çıkardı. Ona doğru biraz eğilip kendisiyle beraber kâğıtta ne yazdığına baktım.
Kızın öldü.
Bilgisayar çıktısından çıkmış bir yazıydı. Birisinin bunun için çaba sarf etmiş olması beni sinirlendirdi. Çünkü her kimse, benim oynadığım oyundan başka bir oyun oynuyordu. Nil hayattaydı fakat birisi Deren'in aksini düşünmesini isteyerek yalan söylüyordu. Yaşanılanları kendisi için fırsata çevirip Deren'in duygularıyla oynamak isteyecek bir yalancı.
Derya.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...